pürdikkat

Kitap Tavsiyesi: Pürdikkat

Pürdikkat

Akıllı makineler, günümüzde hızla akıllanmaya ve birçok iş alanında insanların yerlerini almaya devam ediyor. Biz ise, boş vaktimizin ciddi bir kısmını 5 dakika göz atmak için girdiğimiz uçsuz bucaksız sosyal medya denizinde geçiriyoruz. İş hayatında da durum pek farklı değil. Çalışırken geçen vaktimizin çoğunu da telefonumuza sürekli gelen bildirim ve mail bombardımanları gibi birçok çeldiriciye maruz kalarak, düşük verimlilikle geçiriyoruz. Bunun sonucunda, günümüz dünyasında, zamanını maksimum verimlilikte kullanan, zor işleri çabucak öğrenebilen hem hızlı hem de nitelikli üretim yapabilen insana duyulan ihtiyaç süratle artıyor. Bu özelliklere sahip olabilmeye giden yolun ise “pürdikkat” çalışmaktan geçtiğini söylüyor kitabın yazarı Cal Newport. Pürdikkat çalışmanın başlı başına bir beceri olduğunu, ciddi emek ve istikrarlılık sonucu kazanılabildiğini öne sürüyor.

Kitap Ne Anlatıyor?

Sürekli ulaşılabilir olmak, gün içinde birçok toplantı yapmak, açık ofislerde çalışmak gibi pek çok unsur, bizi asıl yapmamız gereken işe kendimizi vermekten alıkoyuyor ve çalışmamızı yüzeyselleştiriyor. Cal Newport’un deyişiyle, “…günümüz iş dünyasına yön veren eğilimler, insanların pürdikkat çalışma becerisini her an köreltiyor.”. Peki, bu şartlarda pürdikkat çalışma becerisini nasıl kazanabiliriz? Cal Newport bu sorunun cevabını “teorik” ve “pratik” olarak ikiye böldüğü kitabın “pratik” kısmında veriyor. Pürdikkat çalışmaya dair birçok yaklaşımdan bahsediyor ve kendimize en uygun olanı seçme imkânı tanıyor. Oysa tüm yaklaşımların bir ana fikir etrafında toplandığını görüyoruz: planlı çalışmak, bilişsel yeteneklerimizin sınırlarını sonuna kadar zorlamak ve çalışma sırasında çeldiricileri mümkün olduğu kadar kısmak. Bu şekilde üretilen yeni değerlerin ve geliştirilen kişisel becerilerin başkalarınca taklit edilmesinin oldukça zor olduğunu şu şekilde vurguluyor:

“…günümüz ekonomik düzeninde bir kıymetiharbiyeye sahip olmanın yolu, karmaşık şeyleri çabucak öğrenmede ustalaşmaktan geçiyor ve bu da pürdikkat çalışma becerisini gerektiriyor. Bu beceriyi edinmediğiniz taktirde teknoloji ilerleyedururken geride kalmanız işten bile değil.”

 

“Zihninizi dikkat çelicilerin boyunduruğundan kurtarmadığınız müddetçe, ne kadar uğraşırsanız uğraşın, odaklanmaya yönelik çabalarınız akamete uğramaya mahkûmdur. Tıpkı beden sağlığına antrenman dışı zamanlarda da özen gösteren profesyonel bir sporcu gibi, siz de odaklanma harici zamanlarda zihninizi toksik girdilerden korumalısınız; bunaldığınız her an aklınızdan geçen ilk şey tüymekse, sıra pürdikkat çalışmaya geldiğinde zorlanırsınız.”

Yazar Neyi Amaçlıyor?

Yazar, kitabı bitirdiğimizde pürdikkat çalışmanın önemini ve gerekliliğini kavramış olmamızı, bu kavramı meslek hayatımızın merkezine nasıl yerleştirebileceğimizi, bu durumdan nasıl faydalanabileceğimizi bize öğretmiş olmayı hedefliyor. Kitabı okudukça, Carl Jung’dan Bill Gates’e kadar nice ismin, başarılarını pürdikkat çalışmaya -kendileri yöntemin adından haberdar olmasa da- borçlu olduğuna dair somut kanıtlar görüyoruz. Bu noktada benim çıkardığım en büyük ders, başarı için ihtiyacımız olan şeyin ulvi bir işten ziyade; işimize yönelik geliştireceğimiz ulvi yaklaşım olduğu. Her yerde karşımıza çıkan “Geleceğin Meslekleri” isimli listelere bel bağlamaktansa “Geleceğin Yaklaşımı” arayışında olmamız gerektiğini düşünüyorum.

Uğur Eroğlu

 

Move On

Move On

Move On Nedir?

Move On, İÜ İF Girişimcilik Kulübü Shift Up departmanının online olarak yapacağı ve birbirinden farklı beş ayrı konudan oluşan ilk online zirvemizdir. Move On, “Ekosistem Yolculuğu”, “Bir Start-Up’ın Anatomisi”, “Z-Vision”, “Rise Up” ve “Co-Up” olmak üzere farklı farklı 5 konseptten ve 10 ayrı oturumdan oluşuyor. 

Amaç

Bu projeyi gerçeğe dönüştürmemizdeki ana amaç, girişimcilik ekosisteminin dört temel öğesi olan girişimci, girişimci adayı, mentor ve yatırımcıları bir araya getirmek. Böylece etkinliğimizin, katılımcıların network oluşturmalarına ve ileride başarılı bir girişimcilik deneyimi yaşamalarına yardımcı olacağını umuyoruz.

Move On Nasıl Oluştu?

İÜ İF Girişimcilik Kulübü olarak, pandemi sürecinde evlerine kapanıp girişimcilik ekosisteminden uzak kalmış gençleri giderek gelişen Türkiye’nin girişimcilik ekosistemine yakınlaştırmak amacıyla bir etkinlik düzenlemeye karar verdik. 

Move On by Shift Up etkinliği, departmanımızın uzun süredir üzerinde çalıştığı bir etkinliktir. Konseptlerin hazırlanması, dataların incelenmesi ve sayısız toplantı sonrasında detayları belirlenen etkinliğimiz, sıkı bir ekip çalışması sonucunda ortaya çıkmıştır. Pandemi dönemi şartları sebebiyle, online ortamda birbirimizi yalnızca Zoom üzerinden haberleşerek hazırlıklarına başladığımız etkinliğimiz ile sizlerle buluşmayı büyük bir heyecanla bekliyoruz.

Covid-19’un hayatımıza girdiği ilk günden beri hayata devam etme fikrini benimseyen kulübümüz, bu fikri Move On etkinliği ile harmanlayarak, girişimcilik ekosisteminin birbirinden farklı isimlerini 10 oturum şeklinde sizlerle buluşturuyor. 16-17 Ocak tarihleri arasında İÜ Girişim Youtube kanalında gerçekleşecek olan Move On etkinliğimiz, 12 katılımcı ile toplam 600 dakika sürecek şekilde tasarlandı.

Oturumlar:

Zirve boyunca düzenlenecek olan oturumların daha detaylı bilgilendirilmesini aşağıda sizler için hazırladık. Birbirinden ayrı ve girişimciliğin ana aktörlerini konu edinen oturumlarımızın bilgilerini aşağıdan öğrenebilirsiniz.

  • Ekosistem Yolculuğu Oturumu:

2 girişimciden oluşacak olan Cumartesi ve Pazar gününlerinin ilk oturumunda, kurumsal hayat tecrübeleri bulunan ancak kurumsal hayatı bırakıp, atıldığı girişimcilik macerası ile adını duyurmuş olan girişimcileri ağırlıyoruz. Tekdüzeliği aşabilmek adına söyleşi şeklinde düzenlenecek olan Ekosistem Yolculuğu konseptimiz, girişimciliğe olan kurulmuş didaktik bakış açısını yerle bir edecek! 

  • Bir Start-Up’ın Anatomisi Oturumu:

Adından da anlaşılacağı üzere, birbirinden başarılı start-up kurucularını ağırladığımız bu konseptimizde start-up konseptine bir iç bakış atacağız. Buna ek olarak, bir start-up yönetimindeki ekip içi görev dağılımlarına, süreç ve yatırım yönetimlerini inceleyeceğimiz bir oturum düzenledik. Oturum boyunca 2 başarılı start-up kurucusuna ev sahipliği edeceğiz.

  • Z-Vision Oturumu:

Bu oturumumuzda ise, takım üyelerimiz ve öğrenciler olarak hepimizin birer parçası olduğu Z kuşağına mükemmel örnek teşkil eden 25 yaş altı girişimcileri ağırlıyoruz. Bunu yapmaktaki amacımız, kuşağımızın en başarılı temsilcilerinden dersler almak ve genç girişimci olma yolunda ilham almaktır. 2 kişiden oluşan 25 yaş ve altındaki başarılı girişimciyi konuk edeceğimiz bu oturumumuzda katılımcılardan alacağımız oldukça fazla ders var! 

  • Rise Up Oturumu:

Girişimcilik ekosisteminde global ve yerel pazarda büyük atılımlar gerçekleştiren 2 tane başarılı ve cesur girişimciye ev sahipliği ettiğimiz Rise Up oturumu, tecrübenin ve cesur olmanın önemiyle yükselen başarının nasıl sağlandığını hep beraber öğreneceğiz. Siz de yükselmeye hazırsanız bu isimleri kaçırmayın!

  • Co-Up Oturumu:

Start-up sürecini çift taraflı olarak inceleyeceğimiz bu oturumumuzda, start-up kurucularını, yatırımcıları ile birlikte ağırlıyoruz. İki ayrı oturum şeklinde gerçekleşecek olan Co-Up, bir start-up’ın büyüme sürecini hem iş fikrinin oluşturulması hem de finansal tarafı olmak üzere iki ayrı açıdan inceliyor. Özellikle girişimcilik dünyasının finansal tarafını merak edenler, start-up’ların finansal yönetiminin nasıl yapıldığını öğrenmek isteyenlerin kaçırmaması gereken oturumumuzda 4 girişimciyi ağırlıyoruz. 

Etkinlik detaylarına anında erişebilmek için Instagram üzerinden @iugirisim hesabını takip etmeyi unutmayın! Etkinliğimize katılmak için https://t.co/0Ng2A7AixD?amp=1 linkinden Move On kayıt formunu doldurabilirsiniz.

 

Yazarlar: Emin Kağan BACAK, Zeynep ÖZKAN

Editörler: Doğukan ÇOLAK, Beyzanur TOPAÇ

akildisi-ama-öngörülebilir

Kitap Tavsiyesi: Akıldışı Ama Öngörülebilir

Kitap Tavsiyesi: Akıldışı Ama Öngörülebilir

Hayatınızda hiçbir ürünü sırf çok büyük bir indirime girdi, eğer şimdi bu fiyata satın alamazsam asla alamam diye korktuğunuz için satın aldığınız oldu mu? Klasik iktisat teorisine göre, satın aldığımız bir ürünü, tamamen kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda, ürünün bize sunduğu faydanın o ürünün fiyatından daha fazla ya da en azından denk olduğu noktada alırız. Fakat aslında gerçek hayatta işler pek de öyle işlemez. Anlık duyduğumuz bir heyecan, ürünlerin bulundukları bağlam, fiyatlarının düşmesi gibi pek çok unsur bizi rasyonel kararlar vermekten alıkoyar. Dan Airely, tüm bu rasyonel olmayan davranışlarımızın aslında sistematik olduğunu, yani bizim “akıldışı ama öngörülebilir” varlıklar olduğumuzu savunuyor. Akıldışı davranışlarımızın farkına varıp onları incelemenin de davranışsal iktisat teorisinin yaklaşımıyla mümkün olduğunu söylüyor. Yazar tüm bu iddialarını Akıldışı Ama Öngörülebilir isimli kitabında anlatıyor!

Kitap Ne Anlatıyor?

Kitap, normalde ilgimizi çekmeyecek bir ürünün, “tuzak etkisi” adı verilen bir yöntemle nasıl bizlere pazarlanabildiği anlatılıyor. Dan Airely bu konuyu onlarca bilişsel deneyle test edip elde ettiği verileri 13 başlık altında toplayıp öğretici bir kitap haline getiriyor. Eğlenceli anektodları ve rahat okunabilen bir dile sahip olan kitapta, verilen örnekler konuyu anlama açısından oldukça önemli. Örneğin kitapta ücretsiz yapmaktan mutlu olacağımız gönüllü bir işe çok düşük bir ücretle bize teklif geldiğinde neden yapmaktan vazgeçtiğimiz, kredi kartı kullanmanın kolaylığının baştan çıkarıcılığı sebebiyle dolaplarımızı aslında ihtiyacımız olmayan eşyalarla doldurmamız, bir ilaca yüksek bir ücret ödediğimizde düşük fiyatlı ilaçlara göre daha etkili olduğunu düşünmemiz bu örneklerden bazıları.

Yazar, kitabı yazmasındaki amacının, kitabın sonunda bizi ve çevremizdeki insanları nelerin memnun ettiğini yeniden düşünmemize yardımcı olmak olduğunu söylüyor. Aslında amaçlandığından çok fazlasına ulaşan bir kitap yazmış olduğunu söyleyebilirim. Yazar, klasik iktisat teorisinin fazlasıyla iyimser olduğunu çünkü mantık yürütme kapasitemizin sınırsız olduğunu var saydığını söylüyor. Oysa davranışçı iktisadın, insanın kararlarının çok kolay yönlendirilebilir olduğunu, ertelemeye meyilli olduğumuzu, seçeneklerimiz çok olduğunda hedeflerimizden uzaklaştığımızı, beklentilerimizin algılarımızı çok farklı yönlendirebildiğini, sahtekâr olduğumuzu düşünmeden sahtekarlık yapabildiğimizi, kısaca hiç de rasyonel olmadığımızı var saydığını söylüyor. Bizi akıldışılığa iten faktörlerin farkına varmamızı sağlayarak, doğamızda var olan kusurlarımızın üstesinden gelebileceğimiz yollar bulabileceğimizi gösteriyor.

Kitaptan Bazı Alıntılar

Kitabın 13 bölümü içinden benim favori kısmım 4. bölüm oldu. Bu kısımdan size iki alıntı bırakmak istiyorum.

“Bir çalışana 1000 dolar değerinde bir hediye mi, yoksa nakit olarak ekstra 1000 dolar mı vermelisiniz? Hangisi daha iyi olur? Eğer çalışanlara soracak olursanız, çoğu durumda büyük ihtimalle hediyeden çok nakit parayı tercih edeceklerdir. Her ne kadar bazen yanlış anlaşılsa da hediyenin kendine özgü bir önemi vardır -işveren ile çalışan arasındaki sosyal ilişkiye destek olarak bu yolla herkes uzun vadeli yarar sağlayabilir.”

 

 

“Görünüşe göre para insanları motive etmenin çoğunlukla en pahalı yoludur. Sosyal normlar sadece daha ucuz olmakla kalmaz, aynı zamanda daha etkilidir.”

 

Uğur Eroğlu

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Girişimcilik Eğitimi 101

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Girişimcilik 101 Dersinde!

HERKES ZOOM BAŞINA, GİRİŞİMCİLİK 101 BAŞLIYOR!

İÜ İF Girişimcilik Kulübü’nün eğitici departmanı GK Akademi, yeni döneminde çeşitli eğitimler düzenlemeye başladı bile. İnteraktif bir video, e-öğrenme platformu olan GmPly’nin kurucu ortaklarından Kalde Ernart’ı ağırlayan kulübümüz, Zoom üzerinden yaptığı eğitim sayesinde Ernart’ın girişimcilik deneyimlerinden faydalanma şansı elde etti.

KALDE ERNART’I TANIYALIM

6 Ağustos 1972 doğumlu olan Kalde Ernart, 1999 yılında yaptığı 500 kişi kapasiteye sahip ilk portatif sinema salonunu icat etti. Meslek hayatına yönetmenliği, yapımcılığı, markaların çözüm ortaklığını ve hatta film ithalatçılığını da sığdıran Ernart, 45 yaşına geldiğimde de resmen girişimci oldum diyor. Ona ‘deli’ diyenlere ise bunun aksini, girişimine ödül ve yatırım kazandırarak ispatlamış.

Gelelim Kalde Bey ile yaptığımız güzel sohbetimizde ona sorduğumuz sorulardan ve anlattıklarından öğrendiklerimize…

1-Girişimcilik nedir? Girişimci kime denir ve girişimci ne yapar?

‘’Girişimci olunmaz, girişimci doğulur.’’ Ben buna inanıyorum. Girişimcilikte ortaya çıkan problemi teknolojiyle çözmeniz gerekir. Bir girişimci için yaptığı işin temelini tembel olmak oluşturur. Tembel insan ortaya çıkan problemi en kısa şekliyle çözmeye çalışır. Girişimci içsel olarak korkaktır. Var olan düzene uymaz da kendi yüzleşebileceği hale getirerek uymaya çalışır. Ve tabi ki girişimci her şeye merak duyar.

2-Kendi işinizi kurmak ile bir girişim kurmak arasındaki fark nedir?

Restoran zinciri, kafe vb. geleneksel bir şey yapıyorsan kendi işini kuracaksın. Girişim dediğimiz şey, aynı zamanda ölçeklendirilebilir olmalıdır. Aynı anda yüzbinlerce satış yapmalı veya bir sorunu çözebilir hale gelmelidir.

3-Girişimcilik ekosisteminden rol model olarak gördüğünüz birisi var mı? Yoksa motivasyonunuzu neye borçlusunuz?

Rol model olarak gördüğüm kimse yok. GmPly’i kurarken ki motivasyonumuz ise çalışmadan para kazanmayı istememizdi.

4-Girişimci olma serüveniniz nasıl başladı ve çevreniz tarafından nasıl karşılandı?

Yaptığım hiçbir şeyi girişimci olmak adı altında yapmadım. Zaten kendinizi girişimci sanıyorsanız değilsinizdir. Girişimci olduğunuzu; olunca anlarsınız. Aklıma gelen her şeyi yaptım ve bu süreçte en büyük destekçim her zaman eşim oldu.

5-GmPly’i kurarken ne tür zorluklar yaşadınız?

GmPly’e özel değil aslında bu süreçte herkes aynı sorunu yaşar. En yakınlarınız ne yaptığınızı anlamaz. Siz bile bir dönem “Doğru bir şey mi yapıyorum?” diye kendinize sorarsınız. Bizi de doğru yolda olduğumuza ikna eden olay BigBang’de finale kalıp ödül ve yatırım almamız olmuştu.

6-Start-Up nedir? Start-Up kurarken nelere dikkat edilmelidir?

Öncelikle gerçek bir probleminiz ve bu probleme gerçek bir teknolojik çözümünüz olmalıdır. Aynı zamanda teknogirişim olmayan, yazılım boyutu olmayan hiçbir şey start-up ekosistemine ait olamaz.

7-İnovatif düşünce nedir? Girişimci için ne kadar önemlidir?

İnovatif düşünce yani inovasyon, elde olan bir şeyi kendine uygun ve kullanımı daha kolay hale getirmek için yeniden düzenleyebilmektir. Bir girişimci için işin temelini inovatif düşünce oluşturur.

8-Kuluçka merkezleri nedir? Ne yaparlar? Kendi deneyiminizi paylaşabilir misiniz?

Sıfırdan başladığım her işi hatalarımdan ders çıkardıktan sonra nasıl yapmamam gerektiğini görüp başardım. Ne zaman ki İTÜ Çekirdek’e girdik hayatımızda ilk defa biri doğrunun direkt yoldan nasıl yapılacağını bize gösterdi. Dolayısıyla bugünkü girişimcilik dünyasında başarılı olmamızın ilk sebebi İTÜ Çekirdek ve mentor kadrosudur.

Girişimcilik şu an Türkiye’deki en popüler şey. Sizin gibi yüz binlerce insan var. Gelişebilmeniz için kötü dahi olsa geri dönüş almaya, düşünemediğiniz detayları görmeye, girişiminizin sorgulanmasına ihtiyacınız var. İşte bunu mentorlar yapıyor. Bu yüzden bir kuluçka merkezine girmeniz doğru hamleler yapmanızı sağlar ve süreci hızlandırır.

9-Hızlandırma programları ne işe yararlar?

Eğer müşteriniz var, satış yapıyor ama hızlı büyümüyorsanız hızlandırma programları nasıl büyüyeceğiniz konusunda size yardım eder.

10-Ekip arkadaşlarımızı belirlerken nelere dikkat etmeliyiz? Ekip arkadaşı mı daha önemlidir fikir mi?

Ekip arkadaşı seçmek kesinlikle çok önemli. Ekip arkadaşı seçerken aynı zamanda yol arkadaşınızı seçiyorsunuz diyebilirim. Yani ekip arkadaşı seçmek fikir seçmekten daha önemli, çünkü fikir zaten çok. Ekip arkadaşlarının yanı sıra bu küçük ekosistemdeki herkesle sürdürülebilir ilişki kurmak da çok önemli. Kalp kırmayın, kimseye mahcup olmayın. Kimse için “Bir daha karşılaşmam.” demeyin, karşılaşıyorsunuz. İyi ilişkiler kurun. İnsan biriktirin. Bu yolda yalnız kalmazsınız.

11-Yatırımcılar ne arıyor? Yatırım süreci nasıl işler?

Yatırımcı, yatırım yapacağı insanı seçerken; uyumlu olan, tavsiye dinleyen, hatasını kabul eden ve iş öğrenebilme potansiyeli gösteren bireyleri arar.

Yatırım süreci için çalışan bir ürününüz ve mutlu bir müşteriniz olmalı. Eğer bunlara sahip iseniz bir yatırımcı ile görüşebilirsiniz.

12-Kitlesel fonlamalardan nasıl yararlanırız?

Türkiye’de bu konuda ciddi anlamda eksiklik var. Kitlesel fonlamadan yararlanan bir kişi mevcut. Yurtdışında Kickstarter’da başarılı olmuş pek çok Türk girişimci var.

13-Girişimimizin yatırım alması için ne yapmalıyız?

Girişiminiz fikir aşamasındayken bence zahmet bile etmeyin. Kimse sizinle ilgilenmeyecektir. Girişiminizin fikir aşamasındaki yatırımcısı siz olmalısınız. Sizin kendi kişisel becerinizi, azminizi ve yeteneklerinizi kullanarak kendinizi bir sonraki adıma taşımanız gerekiyor.

Kendinizi bir sonraki adıma taşıyıp yatırımcıyla konuşmadan önce kesinlikle sahip olmanız gereken iki önemli şey var; MVP (Minimum Viable Product/ Minimum Uygulanabilir Ürün) ve ödeyen mutlu bir müşteri. Bu ikisine sahipseniz yatırımcıyla konuşabilirsiniz ama hâlâ bir yatırım alacağınızın kesin olmadığını sakın unutmayın.

14-Amerika pazarı ile Türkiye pazarı arasındaki farklar nelerdir?

Coğrafya maalesef kaderdir. Türkiye Amerika’ya kıyasla iş yapmak için çok mükemmel bir yer değil, bunun en büyük nedeni ise kimseden geri bildirim alamamanız. Kimse yaptığınız işin eksik ve yanlış taraflarını size söylemez, siz de nerede yanlış yapığınızı anlayamazsınız. ‘’Neden olmuyor?’’ sorusu sürekli kafanızı kurcalar.

Amerika’da ise ürününüzü müşteri satın alıp almayacağına tek bir toplantıda karar verir. Türkiye’de bu süreç çok daha fazla uzuyor. Kur farkından doğan kazanç farkı ve Türkiye’de sürekli değişen gündemin sebep olduğu piyasa kararsızlığı, girişimcileri Amerika pazarına çekiyor. Maliyet düşüklüğü ve mevzuat kolaylığı sayesinde Amerika pazarı bir adım daha öne çıkıyor.

15-Günümüzde aile ve çevre tarafından bizlere sürekli maaşlı bir iş bul baskısı var ve bu baskı bizi köreltiyor. Böyle bir durumda nasıl bir yöntem izlenmeli?

Ailelerinin isteklerini yerine getirdikten sonra tekrar kendi ilgi alanlarına yönelen birçok insan tanıdım. Asla “Şimdi yapamazsam bir daha hiç yapamam.” endişesine kapılmayın. Eğer bir şeye gerçekten ilginiz var ise buna hiçbir şey engel olamaz.

16-Bir fikrimiz var fakat sermayemiz yok. Ne yapmalıyız?

Herhangi bir kuluçka merkezine başvurmanız lazım, burada size yön gösterecek mentorler ve girişiminize yatırım yapacak yatırımcılarla karşılaşacaksınız. Başvurmadan önce dersinize çalışmış olmanız gerektiğini ve dikkat çekecek bir başvuru hazırlamak zorunda olduğunuzu unutmayın.

Kalde Ernart ile yaptığımız girişimci ve girişimcilik ile ilgili sohbet İÜ İF Girişimcilik Kulübü üyeleri için oldukça verimli geçti. Kalde Bey’in eğlenceli kişiliğiyle sohbetinin verimliliği birleşince zamanın nasıl geçtiğinin farkına varmadık desem yanlış olmaz. Kendisine öncelikle bize bu dönemde vakit ayırdığı, daha sonrasında deneyimlerini ve bilgilerini bizlerle paylaştığı için çok teşekkür ederiz.

İÜ İF Girişimcilik Kulübü verim ve eğlence dolu atölyeleriyle dönemine devam ediyor!

Yazarlar: Sema Esen, Şahnisa Zamanis, Umut Sinan Çağlar

Editör:  Beyzanur Topaç

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Networking Oyunu

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Networking Oyunu!

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Yeni Dönemde İz Bırakmaya Hazırlanıyor

İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi Girişimcilik Kulübü yeni dönemde üye alımlarının bitimiyle toplantılarına hız kesmeden başladı. Kulübümüz, ilk departman toplantılarından sonra geçtiğimiz hafta sonu genel toplantısını da gerçekleştirdi.

İÜ İF Girişimcilik Kulübü Gittikçe Büyüyor

Gönül isterdi ki toplantılarımızın tümü yüz yüze olsun. Çaylarımız, kahvelerimiz eşliğinde güzelim kampüsümüzde iyice kaynaşıp sohbet edelim. Ne yazık ki hayaller böyleyken toplantılarımızı pandemi yüzünden artık herkesin hayatının mecburi bir parçası olan Zoom üzerinden eksiklerimiz olsa da oldukça yüksek bir katılımla gerçekleştirdik. Beklenenden daha eğlenceli ve interaktif geçtiğini düşünüyoruz. Umuyoruz ki herkes bizimle aynı fikirdedir.

Toplantıda öncelikle başkanımız ve başkan yardımcımız aramıza yeni katılan arkadaşlar için bilgilendirme yaparak görevlerini ve daha önceki deneyimlerini paylaştılar. Onların ardından da departmanların koordinatörleri söz aldı. Gerekli bilgilendirmeler yapıldıktan sonra sıra kaynaşıp  tanışmaya ve oyunlara geldi tabii ki.

Eğlence ve rekabet bir arada!

Normal zamanlarda yüz yüze yapılan “İÜ İF Girişimcilik Kulübü Networking Oyunu” Zoom’a taşındı. Herkes ikişerli gruplara bölündü ve birbirimizi tanımamız için sadece 30 saniyemiz vardı. İlk başta zamanı yönetmek ve çekingenlik gibi sorunlar yaşansa da birkaç denemeden sonra her şey yoluna girdi ve herkes çok eğlendi. Hatta zamanın yetmediği anlarda chatten sohbetler devam etti. Toplantıdan önce hazırlanmış bir oyun vardı ki, bu oyunda başarılı olabilmek ve ödülü kazanmak için herkesi pür dikkat dinlemek gerekiyordu çünkü konuşmaların arasında üstünde oldukça durulan hatta bazen tekrar söylenen birkaç şey vardı. Oyunda başarılı olmak için tüm bu ipuçlarını yakalamış olmak gerekiyordu. Oyunun başında kimse ne kazanacağını bilmiyordu ama yine de kıyasıya bir rekabet yaşandı. Konuşmaları dikkatle dinleyenler ve interneti hızlı olanlar şanslıydı. İlk üçe girenler ödülü kazanacaktı ve yaklaşık 20 soru soruldu. Son üç dört soruya kadar kimin kazanacağı çok net belli iken bir anda dengeler değişti ve birinci arkadaşımız dördüncülüğe düştü. Ama herkesten o kadar destek gördü ki teselli ödülü olarak başkandan yüz yüze görüşebileceğimiz bir zaman  ödülü elden alma sözünü kaptı.

Son olarak bir oyunumuz daha vardı. Bu seferki görevimiz beşerli gruplar halinde Medya ve İletişim departmanımızın hazırladığı bir puzzle tamamla oyunuydu. Zamanla yarışarak puzzleı tamamlayanlar ana gruba geri dönüp sohbete devam etti.

İki buçuk saate yakın süren toplantıda zamanın nasıl geçtiğini anlamadık bile. Bir sonraki toplantıyı dört gözle bekliyor ve en kısa zamanda pandeminin etkisinden kurtulup sağlıklı ve risksiz bir şekilde yüz yüze görüşmeyi umuyoruz.

 

Şevval Elif Kurnaz

Walt-Disney

Walt Disney

Walt Disney Kimdir?

Walt Disney’ in hiç var olmadığını düşünelim. Sevdiğimiz onca karakterin hiç yaratılmadığı, sihirin, ilginç hikayelerin ve sayısız çizgi filmlerin, dünya üzerinde gitmeye can attığımız, hayal dünyamıza yeni renkler katan o eğlence parklarının hiç ortaya çıkmadığı bir dönemde yaşasaydık hayatımız epey sıkıcı geçmez miydi? Eğer cevabınız evetse, Walt Disney’in ilginç hayatını ve girişimcilik yolculuğundaki bu istikrarı nasıl yakaladığını gelin hep beraber inceleyelim.

Asıl adı Walter Elias Disney olan Walt Disney, 5 Aralık 1901 yılında ABD’nin Illinois eyaletinde Flora ve Elias Disney’in 5 çocuğundan biri olarak dünyaya geldi. Dört yaşına geldiğinde ailesiyle beraber Missouri’ye taşındı ve sanata yeteneği olduğunun sinyallerini o yaşlardan itibaren vermeye başladı.

Walt Disney’in Çocukluğu

Küçük yaşlardayken, babasının okumayı çok sevdiği bir gazetedeki çizgi romanları kopyalayarak yeteneğini geliştirmeye odaklandı. Hatta bunu bir iş haline getirip, 7 yaşındayken, sefaletle mücadele eden ailesine destek olabilmek adına çizimlerini satmaya başladı. Bu şekilde küçük kazançlar elde etmesine rağmen oldukça zor bir çocukluk dönemi geçiren Walt Disney’in ailesi ekonomik olarak gerçekten kötü bir durumdaydı. 10 yaşındayken ailesiyle birlikte Kansas’a taşındı. Kansas’ta bir tren garında atıştırmalıklar ve gazete satıyordu. Walt Disney trenlerle o kadar çok vakit geçirmiş olacak ki yarattığı olağanüstü tema parklarda, çocukluğundan başlayan tren sevdasının etkilerini görmek mümkün. Walt, Kansas’ta yaşadıkları dönem boyunca hem okuyup hem garda çalıştı. Bu çok yorucu olsa da bu işi 6 yıl boyunca yaptı çünkü sorumlulukları bazı çocuklarınkinden çok daha farklıydı ve bu süreden sonra ailesi ile birlikte doğduğu yer olan Chicago’ya geri döndüler. 14 yaşındayken katıldığı sanat kursunda çizim yapan Disney, bir yandan okula, bir yandan da Chicago Sanat Enstitüsü’ne gidiyordu.

Mickey Mouse Nasıl Doğdu?

16 yaşında okulu bıraktı ve ambulans şoförü olarak Kızıl Haç Ordusu’nda görev aldı. 1919 yılına kadar Fransa’da Kızıl Haç’ta çalıştıktan sonra Amerika’ya döndü. Amerika’ya döndükten sonra çizim yapmaya devam eden Walt Disney, karikatürlerini çeşitli gazetelere yayınlatmaya çalışsa da çalışmalarını bir türlü beğendiremedi ve tam bu sırada bir rahip, kilisesinin etkinliklerinin resmini çizmesi için Disney’e teklifte bulundu, Walt teklifi kabul ederek küçük bir ücret karşılığında çalışmaya başladı. Aynı zamanda çalışması ve kalması için ona kilise içinde bir oda verildi. Bu kilisedeki odasında bir fare ile birlikte yaşıyordu. Bu fareden her ne kadar korksa da, ona Mortimer ismini taktı ve onu resmetmeye başladı. Bu çizimler, onu ileride dünyanın en ünlü yapımcısı yapacak olan Mickey Mouse çizimleriydi. Yeni karakter son derece özeldi; insani, maceraperest ve  iyimserdi. Walt Disney’in, bu karakteri kendisinden esinlenerek yarattığı söylenir. Fare Mortimer’in adını daha sonraları eşinin isteğiyle Mickey olarak değiştirdi. Mickey Mouse ile başlayan serüven, kardeşiyle kurdukları prodüksiyon şirketi ile büyüdü. Mickey’in ardından, kız arkadaşı Mini Mouse ortaya çıktı; ardından Pl, Neşeli Tavşan Oswald ve diğer ünlü Walt Disney karakterleri doğdu.

 

Walt Disney Animasyon Yapmaya Nasıl Başladı?

1923’te Hollywood’a gelmesi ve garajdan bozma bir stüdyo açmasıyla animasyona yönelme kararı alan Walt Disney’in ilk hayata geçirmeyi planladığı çizgi film ise “Alice Harikalar Diyarı” idi. 1930’lu senelerde Disney, birçok başarılı çizgi filme imza attı. Başarılı geçen birkaç yılın ardından, ilk uzun metrajlı filmi ‘’Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler’’i duyuran Walt Disney  animasyon dünyasının sınırlarını zorlamaya devam etti. Herkes bunun iyi bir fikir olmadığına ve başarılı olamayacağına inanıyordu. Yakınları da bu konu hakkında kendisini defalarca ikna etmeye çalışsa da Walt kimseye aldırmadan banka kredisi alıp bu filmi hayata geçirmeye uğraştı. Kendi ekibi dahi herkes filmin Disney Stüdyolarını bitireceğine inanıyordu. Ancak Walt Disney pes etmedi ve film 1937 yılının en iyi animasyon filmi oldu. Sayısız ödüle layık görüldü ve Disney’e harcadığı her kuruşu katı katına kazandırdı.

Disney Park

Birgün Walt Disney’in aklına bir tema park yaratma fikri geldi. Kurmayı düşündüğü park dünya üzerinde eşi benzeri olmayan, her yaştan insanı cezbedebilecek fantastik unsurlar barından adeta sihir dolu bir yer olmalıydı. Hayalperestliği ile bilinen Walt Disney 1954 yılında Disneyland adını verdiği fantastik dünyanın kapılarını açtı. Yıllar sonra ikinci bir tema park kurma hayalleri kurarken bir yandan da sağlığını yitiriyordu. 15 Aralık 1966’da gırtlak kanserinden dolayı hayatını kaybetti ve hayalini kurduğu ikinci tema parkını açamadı. Fakat ölümünden birkaç yıl sonra yapım şirketini de beraber kurdukları kardeşi Roy, 1971’de Walt Disney World’u açtı.

Ölümünün üzerinden yıllar geçmesine rağmen Walt Disney dünyanın her yerinde adı anılan, yapımları tekrar tekrar izlenen, hikayeleri anlatılmaya devam eden, kültürel mirası nesilden nesile aktarılmaya devam etmekte ve  22 Oscarlık rekoru hala kırılamamış, önemli bir girişimcidir.

      “Hayalleriniz ancak onları takip etmeye gerçekten cesaretiniz olduğunda gerçekleşir.”

       Walt Disney

Buse Kahraman

WhatsApp Image 2020-10-26 at 14.49.18

QUARANTINE TALKS BY SHİFTUP’21 HALİL ERDOĞMUŞ

e-bebek’in kurucu Halil Erdoğmuş ile 8 Eylül 2020 tarihinde Zoom üzerinden gerçekleştirdiğimiz ikinci Quarantine Talks etkinliğimizde sorulan soruları sizler için derledik. Halil Erdoğmuş’a ve etkinliğimize katılan herkese bu keyifli sohbet için teşekkür ederiz.

1-Lise, ortaokul, üniversite hayatınız nasıl geçti o sürece kadar neler yaptınız, neleri seversiniz?

Ben 1969 Uşak doğumluyum. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi orada okudum. Anadolu lisesi sınavına matematik hocam çalıştırdı. Kolejlere hazırlık diye bir kitap vardı, resmini bile hatırlıyorum, ama 4 yanlışın 1 doğruyu götürdüğünü söylemedi. Ben de boş soru bırakmadan yaptım her şeyi. Bu yüzden fen lisesi sınavına girmedim, fobi olmuştu zaten kazanamıyorum diye. O zaman bölümler Uşak Lisesi’nde fen ve edebiyat olarak ayrılıyordu. Ben fen bölümündeydim.

Sıradan ama girişken bir öğrenciydim. Girişimcilik hikayelerim ortaokul öncesine dayanır. Lisenin son bir ayında İzmir’de bir dershaneye gittim ve sınava girdim.

Babam sadece İstanbul ve İzmir üniversitelerini yazmama izin vermişti. Çünkü İzmir’de babaannem vardı, İstanbul’da da anneannem. O dönem LYS’de bizim 30 tane tercih hakkımız vardı, 9 Eylül, Ege, Marmara ve İstanbul Üniversitesi’nin işletme ve iktisat bölümlerini yazdım. İstanbul Üniversitesi İktisat bölümünü kazandım. Vasat bir öğrenciydim ama iki tane karakteristik özelliğim vardı. Birincisi, Uşaktan geliyorum, köylü sanmasınlar diye okula kravatla giderdim. Şu an zannedersem üniversitede kravat takan öğrenci yoktur. İkincisi, sınıfa ilk gelen olmayı çok önemserdim. 8’de başlayan derse 7.20 de giderdim. Beyazıt Kampüsünde erken gidince görevlinin sınıfı açmasını beklerdik, ben de bekler en öne otururdum. En önde olmaya, hocalarla göz göze olmaya özen gösterirdim. Derslerim çok iyi değildi ama 2 arkadaşım vardı önde oturup güzel not tutan, ben onlara önden yer tutardım onlar da sadece bana not verirlerdi. Vizelerde ve finallerde onların notlarını herkes isterdi ama notları sadece bana verirlerdi. Ben de istediğim kişiye verirdim o notları.

Üniversite üçüncü sınıfta Gül Turan hocanın “Para Banka” dersinde Alarko’dan konuşmacı gelmişti, çok etkili bir konuşmaydı, o konuşmayı dinlerken ben de bir gün böyle konuşur muyum diye içimden geçirmiştim. Mezun olduktan sonra çok fazla konuşmaya davet edildim. Bununla beraber 150’nin üstünde konuşma yaptım. Ben üniversitedeyken hep panellere giderdim. O zamanlar internet yoktu ama Ekim- Nisan arasında STK’lar ve bazı okullar ekonomi ve özelleştirme gibi konuların konuşulduğu paneller düzenlerdi, ben de hepsine katılırdım. Bu yüzden hocalarla aram iyiydi. 1990 yılında mezun olmam gerekiyordu ama o sene trafik kazası geçirdim o yüzden alttan 2 dersim kaldı. 1989 yılında arkadaşım Sevilay ile üstten ders aldık. O zamanlar böyle bir şey yoktu. İstanbul Üniversitesi’nde bunu yapan ilk öğrencileriz. O dönem baya bir polemik olmuştu, bırakırız diye tehdit bile ettiler. 3 ders almıştık üstten. 1991 yılında Türkiye’nin ilk Japon bankasında işe girdim. Gişede görevliydim. Arkadaşım İlkay benim için yüksek lisans başvurumu yaptı. Evraklarımı hazırlayıp verdim kendisine, heyecanlıydım. Perşembe görüştük, cuma aradım İlkay’ı. İlkay zarfı düşürmüş, tekrar dönüp bütün duraklarda zarfı aramış ve Mecidiyeköy’de bulmuş. Zar zor yetişmiş başvuru süresi dolmadan. İlginç bir kader anı. Sıradan vasat bir öğrenci olarak yüksek lisansa kabul edildim. Uşaklı olduğum ve aile şirketinde çalıştığım için, 46 hafta boyunca Uşak’tan yüksek lisansa gittim geldim ve birincilikle bitirdim. O zaman İstanbul-Uşak arası otobüsle 8 saatti, 1 yılın 92 gecesi otobüste uyudum. O zamanlar otobüslerde sigara içilirdi, otobüs kıyafetim vardı, üstümü değiştirmeden anneannem beni eve sokmazdı. O sıralar İstanbul’da özel radyolar başlamıştı, ben de 1992 yılında Uşak’ın ilk özel radyosunu kurdum. Ülkedeki 6. özel radyoydu, Uşak’ta İstanbul ve Denizli’den sonra özel radyoya sahip olan üçüncü şehir oldu. Ben 1999 yılında sattım radyoyu ama 2016’ya kadar o radyo devam etti.

1994 yılında siyasete atıldım. O ilginçtir. İstanbul Üniversitesi’nin “İktisatçılar Haftası” vardı. Ünlü konuşmacılar gelirdi. Bazen küçük şeyleri önemsemek gerekir bu da öyle bir örnek. Dinleyici olarak katılmak için Uşak’tan İstanbul’a geldim. İlk konuşmacı Cem Boyner’di. “Yeni Demokrasi Hareketi” diye bir şeyden bahsediyordu, Türkiye’yi kurtaracak bir şey. Demokratikleşme filan çok güzel şeyler diyor. Kahve arasında Cem Boyner’in yanına gidip Uşaklı olduğumu ve konuşmasını dinlediğimi söyledim. Cem Boyner’e “Sizin bu söyledikleriniz gazetede, TV’de yazmaz, Anadolu’da nasıl haber olsun” dedim. Kartını ve telefonunu verdi. Uşak’a çağırırsan gelirim dedi. Ne yapsam nasıl çağırsam diye düşünürken babama danıştım. Babam Anavatan Partisi Uşak il başkanıydı. Dernek kurup çağırmamızı önerdi bende kendim bir dernek kurmak istedim. 7 tane genç sanayici ile derneği kurduk. Derneği kurar kurmaz aradım sekreterini. Sekreterine Cem Boyner’le Nisan ayında konuştuğumuzu söyledim. 19 temmuzda Manisa’da olacağız, 20 temmuzda da Uşak’a geleceğiz dedi. Ve geldi. Ben de o harekete dahil oldum. Ben seçime girmelerine karşıydım. Seçim hüsran oldu bende ondan sonra siyaseti bıraktım. Siyaset sabır gerektiren ayrı bir sorumluluk. 1996 yılında İstanbul’a gidip özel şirketlerde çalışıp tecrübe kazanmaya karar verdim. İş yoktu, Cem Boyner’e gittim iş istedim. Bana 2-3 randevu ayarladı. Boyner Holding’te çalışmaya başladım. “Advanced Kart”ı ilk Boyner çıkarmıştı orada çalışıyordum. Şirket yapılanmaya gitti. Birçok yabancı yönetici geldi. Lübnan asıllı bir Amerikalı benim yöneticim oldu ama ben 3 ay sonra istifa ettim başka sebeplerden dolayı. Bana ayrılma dedi ikna etmeye çalıştı ama olmadı, ikimizin de gözünden bir damla yaş geldi. Daha sonra görüşmeye devam ettik. Yemek yedik yılda bir kere.

2000 yılında internet sitesi işine girdim. İçerik sitesiyle başladım 2001 yılında ticaret işine girdim. 1992’de yaptığım yüksek lisansın tezini vermemiştim, af çıktı 2002 yılında tekrar yazdım. E-ticaret üzerineydi. 2003 başında tezim bitti. Hocalar bana yüklendi, e-ticaretin geleceği yok dediler. Acaba bunlar tez süreci diye mi böyle muhalefet ettiler yoksa cidden bu sektöre inanmıyorlar mı diye bir ürktüm. Daha sonra Anthony aradı -eski yöneticim-. İşleri sordu iyi değil, mağaza açmak lazım dedim. 1 hafta sonra bana Amerika’dan mail atıp hesap numaramı istedi, hesabıma 20.000 dolar gönderdi. Neden güvendi, nasıl güvendi bilmiyorum. Biz onunla borçlarımızı ödedik. Kiralık lastikçi dükkanı vardı, orayı kiraladık. 1 ay sonra, anneler gününden bir gün önce 50 m2 lik küçük şirin bir dükkan açtık. Günlerce mağazaya mal yerleştiremedik. Ama çok doğru bir hamleydi, birden internet satışlarımız arttı, tedarikçiler daha çok güvendi bize. 1.5 yıl sonra 550 m2 lik bir mağaza açtık, birkaç yıl sonra 5000 m2 lik açtık. Daha sonra 10 milyonluk zarar ettim otobüs işinde, olmayan bir parayı batırdım. Kimseyi mağdur etmemek için e-bebek’i satarak borçları ödemek istedim. Bu arada, 2005 yılında Anthony Türkiye’ye gelince 24.000 dolar olarak ödemek istedim verdiği parayı,bana sende kalsın dedi. Ben borçlu kalmak istemiyordum, o da “O zaman bana hisse ver.” dedi, benim de işime geldi, %5 hisse verdim. 2010 yılında tam şirketi satarken, Anthony mail attı “Satmayın.” dedi. Bekledik ama finansal olarak çok zordaydık. Anthony aradı, “Bim’in yönetim kurulu başkanıyla randevumuz var” dedi. Ben hisselerimin çoğunu sattım ve borçlarımızı ödedik. Anthony sayesinde ortak bulduk, ondan sonraki süreçte e-bebek çok hızlı büyüdü. Haftaya Siirt’te 162. mağazamızı açacağız.

2-Bu zor zamanlarda motivasyonunuzu nasıl korudunuz?

2000 yılında dijital yatırım yapanlar pahalı yerlerde ofisler açtılar, biraz havalı yatırımlar yaptılar. Bizim ise Altıyol’da bir sigorta acentesinde, L şeklindeki 1.5 kişilik masada 2 kişi çalışıyordu. Masraflara çok dikkat ederek başlamıştık. O yüzden 2001 krizini kolay atlattık. Kriz mağdurlarını işe almıştık onlar çok azimliydi. Ama zordu. Araba, çocukların altınları falan satıldı ama yavaş yavaş ilerledi, çok sıkıntılı bir süreçti. Sanırım bu babadan geliyor. Bizde “Olmaz” diye bir şey yoktur, “Nasıl yapabilirim?” diye bir şey vardır, nasıl daha iyi olur diye düşünürüm. Birisinin sizin sırtınızı okşamasını beklemeniz hayal, insan kendi kendini motive etmeyi öğrenmeli, yoksa olumsuz düşünmeye başlarsınız, moraliniz bozulur. Mesela şu anda moral bozacak çok şey var pek çok sektörler ilgili, pandemi var en başta. Pandemiyi söylediğin zaman herkes birbirine hak veriyor ama yarın sabah 2500 kişinin maaşını vermek zorundasın, sana haklısın diyenler o kişilerin maaşını ödemeyecek sonuçta, yani ayakta kalmak zorundasınız. Devlet destek veriyor ama devlet hibe para vermiyor, bedava kredi veriyor sonra yine ödemek zorundasınız. Bunu da kendi başınıza yapmanız lazım, kendi kendinizi motive etmeyi öğrenirseniz hayatta karşınıza pek çok farklı kapı açılır.

3-Pandemi sürecinde iş ve özel hayatınızda ne gibi değişiklikler oldu?

Bu bir kriz. Önceki krizlerle benzer olduğu noktalar var, farklı olduğu noktalar var. 30 Ocak’ta beni ziyarete gelen AVM Genel Müdürlerine “AVM’ler kapatılacak siz bunun senaryosuna çalıştınız mı?” dedim. Bana dönüp nereden çıktı bu dediler. Ben “Bence bir çalışın.” dedim. 27 Martta beni arayıp sordular “Halil Bey nereden bildiniz AVM’lerin kapatılacağını?” diye. Ben müneccim değilim ama biz ekipçe Çin’i takip ediyorduk, Çin’de AVM’ler kapatılmıştı, virüs Türkiye’ye gelince de kapanacağını düşündük ve bunun senaryosunu söyledik. Bu temelinde bir okuma meselesi. 19 Mart’ta tüm mağazalar kapandı, ben nöbetçi mağazalar olsun istedim çünkü e-bebek özel bir mağaza. Türkiye’de hiçbir anne e-bebek haricinde beyaz badi gibi ürünleri düzenli olarak bir yerlerden bulamaz. Bizim böyle ciddi sorumluluklarımız var ve bu yüzden 9 mağazamızı kapatmadık, en büyük farklılıklarımızdan biri buydu. Sonradan yavaş yavaş nisandan itibaren nöbetçi mağaza sayısını arttırdık. Call Center’ımızın pek çok çalışanı zaten 4-5 senedir evden çalışıyordu, arka planda alt yapımız vardı ama dürüst olmak gerekirse diğer departmanların evden çalışmasına sıcak bakmıyorduk. Şimdi hepsine sıcak bakar olduk. Ama ben arkadaşlarla pandemi ne zaman biter lotosu oynamak istemedim, onun yerine pandemi de nasıl perakendecilik yapılır ona bakmak istedim. Gerçekten de biz Mart ayından beri buna odaklandık. Haziran ayında AVM’ler açılırken İçişleri Bakanlığının yayınladığı yönergeyi biz zaten uyguluyorduk çünkü mağazalarımız açıktı ve kuralları koymuştuk. Mükemmel olmasa da yönetimimiz devam etti. Mağazalarımızı kapatmadığımız için o ayak alışkanlığını koruduk. Kriz herkese krizdi, 5 Temmuz’da sitemiz siber bir saldırıya uğradı, bunlar zor günlerdi. Bu bize özel bir krizdi.

Üniversite öğrenciliği sırasında bence part-time çalışmalısınız. “Everest Yolculuğu”nu araştırmanızı öneririm, bizim için çok değerli. “e-bebek”te çalışan 2500 kişi arasında 500 tane part-time çalışan var ve bunların yüzden fazlası öğrenci. Bunların bir kısmı da Everest yolcusu.

4-Aile şirketleri dağılmaya mahkum mudur?

Böyle sorarsan dağılmaya mahkumdur. “Aile şirketlerini nasıl yüzyıllar boyunca ayakta tutabiliriz?” diye sorman lazım. 1700’lerde kurulmuş şirketler nasıl hala ayakta ona bakmak lazım. Babam kabul etmiyor, dedem itiraz ediyor gibi durumlarla mücadele etmek gerekiyor.

5-E-ticaret sektöründe ilerleyebilmek için olmazsa olmaz 3 özellik sizce nedir?

Azim, çevreyle mücadele ve tutarlı bir iş planı.

6-İş dünyasında başarı ve fark yaratabilmek için süreci mükemmel mi yönetmek gerekiyor yoksa size ait olanı yapabildiğiniz en iyi şekilde yapmak mı?

İkisi de olabilir, ama orada rekabet olur tabi. Sıradanı mükemmel yapmak da rekabet gerektirir. “Mavi Okyanus Stratejisi” kitabını tavsiye ederim. O kitap der ki: Rekabet varsa orada köpek balıkları vardır, o deniz kızıl denizdir, kan vardır. Mümkün olduğunca farklı şeyler yaparak kendinizi köpek balıklarının kan gölüne çevirdikleri bölgeden suyun temiz olduğu, rekabetin az olduğu bölgeye gitmeniz gerekir. Ama diğer yandan öyle çok değişken var ki girdiğiniz sektörlere göre. Mesela fırın açacaksanız şu an farklı olarak açabilirsiniz. Ben garip bir iş söyleyeyim şimdi size, yapmayacağınızdan yüzde 99 eminim, boş bir sektördür. Umumi tuvalet. En son nerede girdiniz ve girmek istemezsiniz, neden, çünkü çok pis diye bir algı var. Bu algıyı yıkarak Taksim meydanında beş yıldızlı bir hizmet vermeniz çok kolay. İyi bir havalandırma, temizlik, lüks lavabolar, büyük bir ihtiyacı kapatır bu farklılık. Etrafınızda o çok iş var ki bu şekilde farklılık yaratabileceğiniz, ama insanlar adım atmıyor. Zaten bu kitapta bunu anlatıyor.

7- 5 yıl sonra kendinizi ve şirketinizi nerede görüyorsunuz?

10 yıl sonra 6 kıtada görüyorduk, 5 yıl sonra 3-4 kıtada olmamız lazım. Şu sıralar İngiltere, Almanya ve Çin’de e-ticaret için ciddi gayretlerimiz var. Hatta e-ticaret direktörümüz LinkedIn’de ilan verdi ülke sorumluları için. İlk mağazamız İngiltere’de açılabilir. Alibaba’nın yan şirketleri ile konuşup Çin’de de bir e-mağaza açma fikrimiz var. 5 yıl sonra artık uluslararası alanda olmamız gerekiyor.

5 Temmuz bizim için kötü bir gündü ama eksiklerimizi gördük. Hatta o hacker’a ben bir teşekkür maili bile yazdım, 20 yılda öğrenmediğimizi bir günde öğrettin diye. Güvenlik konusundaki eksiklerimizi 2 aydır büyük bir mesai ile kapamaya çalışıyoruz.

8- Nasıl yapabilirimci biri olmayı, tıkandığınız anları aşmayı nasıl başarıyorsunuz? Bu konuda tavsiyeleriniz nelerdir?

Tıkanma kelimesini doğru bulmuyorum. Her zaman bir üst akıl vardır, her şeyi bilemezsin bu yüzden diğer kişilere danışırım. Bazen 10 yaşındaki bir çocuğun görüşü bile sana ilham verir. Kitap okumaya, okutmaya ve tartışmaya çok önem veririm. Dahi biri olduğumu düşünmem ama hala öğrenme açlığını sürdüren, cehaleti idrak etmiş biriyim. Çünkü dünyada o kadar çok bilgi var ki ve sen bu bilgilerin içinde bir hiçsin aslında. Bilgiye ulaşmak kolay yeter ki kendini doğru şartlandır. Ben doğru cümleler kurduğunuzda başarıya yakın olduğunuza inanırım. Ancak etrafımızda doğru cümleler kurmayan büyük bir çoğunluk var, olumsuz düşünen, karamsar, bu işi sen yapamazsın, KPSS’ye gir al maaşını gibi şeyler diyen pek çok insan var. Dolayısıyla inşallah siz de olumlu gözle bakanlardan olursunuz.

9-Girişimcilikte risk almak ile ilgili tavsiyeleriniz nelerdir?

Altından kalkabileceğiniz riskler alın. Başarısız olmaktan korkmayın. Başarısızlık insana çok fazla öğreti verir. Nelson Mandela’nın çok güzel bir sözü var; “Hayatım boyunca hiç kaybetmedim, ya kazandım ya öğrendim.” Bu bir bakış açısı. Olumsuz durumlardan ne öğreneceğinize bakarsanız bu bir kazanım, bir sermayedir.

10- Sizi etkilemiş insanlar var mı? Önerebileceğiniz kitaplar neler?

Adidas, Ikigai, Incognito, Nike, Starbucks, Amazon,  vb. kitapları tavsiye ederim. Cem Boyner eskiden beni çok etkilemişti, hala saygı duyarım. Can Baş, General Elektrik’in uzun  dönem Ceo’suydu ve şirketi kötü bir durumdan iyi bir hale getirmişti. O da beni çok etkilemiştir.

11- Verebileceğiniz en iyi tavsiye nedir? Şu an olsa şimdi yapmazdım dediğiniz bir şey var mı?

Arkadaşlar geçmişe takılmayın, keşke kelimesini kullanmayın. Bu sizi çok geliştirmez. Yaptığınız hatalar sizin için bir sermayedir. Benim şöyle bir mottom var: “İyi niyet biraz da gayret, yeter ki sabret, gerisi kısmet”. İyi niyetli olmanız önemli, gayret gösterip adım atmanız gerekiyor. Tavuktan her gün bir yumurta çıkıyor ama her gün civciv çıkmıyor. 21 gün beklemek lazım. Dolayısıyla bir olgunluk süresi var, bunu iyi kullanmanız gerekiyor Batı dünyası hırs diyor ben azim diyorum, hırs tehlikelidir, azim güvenlidir. Başkaları koşarken siz yürürseniz nasıl ilerleyeceksiniz? Dolayısıyla, daha az uyuyun, daha çok okuyun, daha çok çalışın. Keşke daha çok kitap okusaydım diyorum siz öyle yapın, tavsiye ederim.

12- Okuduğumuz bölüm dışında bir şeyler mi yapalım mı?

Kendinize göre çalışın, neyi seviyorsanız. Sizi heveslendiren şeylere, o şeyi okuyan arkadaşlardan daha hevesle bakın ve daha çok çalışın. İşletme okumuş bir veri analisti, iki taraflı bir bakışa sahip olur.

13- Geleceğin liderleri ve yöneticilerine nasıl tavsiye verirsiniz?

Ben liderlerin, ekiplerini koruyan, iyi niyetli, çalışmaya duyarlı olmalarını ve öncü olmalarını isterim. Sorun gördüğünde onlar öne atılırlar. Onlar sorumludurlar, çevrenizde gördüğünüz sorunlara duyarlı olmak liderlik kaslarınızı geliştirir. Liderlik genetik değildir ama yetiştiğin ekosistem önemlidir. Da Vinci döneminde yetişen birçok yönetici var, bu o ekosistemin bir sonucu babadan geçen bir şey değil, bizde de durum öyle; Hezarfen, İbn-i Sina vs. Devlet otoritesi, bakış açısı ve sistem de önemli. Şu an Türkiye ve dünyaya bakıldığında liderlik çok aranan bir şey, liderlik içinde fazlasıyla altyapı ve destek var. Dolayısıyla şimdi lider olunmayacaksa, ne zaman olunacak?

 

“İyi niyet, biraz da gayret, yeter ki sabret, gerisi kısmet”

 

Düzenleme:İlayda GÜNEŞ – Doğukan ÇOLAK

networking

Networking

“Network’ünü Arttır, Fırsatları Kaçırma, Bağlantı Kur” Tamam da Nasıl?

Başlamak size bağlı; ya en zoru ya en kolayıdır. Fakat ne olursa olsun siz sadece sohbet etmeye başlayın, gerisi kendiliğinden gelir zaten. Kimsenin birbirini tanımadığı bir ortamda yahut tersi durumda da birilerinin yanına gidip kendinizi tanıtarak sohbete başlayabilirsiniz. Bazen sıcak bir gülümseme ve bir “merhaba” bile yeterli olur. Karşı taraf da buna açıksa, zaten beden duruşu, mimikleri kendini ele verir. Bir iki networking aktivitenizi insanları gözlemleyerek, onları “okuyarak” geçirebilirsiniz. Gözlem gücünüz arttığında, “kimlerin yanına gitmeli? Kimlerle konuşabilirim? Ne kadar konuşmam yerinde olur?” gibi sorulara kendiliğinden yanıt bulabilirsiniz.

Sohbet etmek, Networking felsefesinin temel taşıdır. Ancak, size karşı kaba bir tutum gösterdiklerinde karşı atak yapmak yerine sakin olmalısınız. Normalde yapıcı insanlar benle başlayan cümlelerden uzak dururlar. Karşısındakini sohbete dahil etmek için “siz” ya da samimiyet olduğunda “sen” diye hitap ederler. Ancak araştırmalara göre, zor insanlarda bu ters tepiyor. Çünkü adeta bir düşünce yaptırımı olarak değerlendiriyor ve tartışmayı derinleştiriyorlar. “Bence” ile başlamak bu kişilerde doğru bir taktik olabilir.

Özellikle Türk insanı duygu yoğun bir yapı ve kültüre sahiptir. Bir Networking’e olumsuz duygularla katıldığınızda birçok kişi bunu fark edecektir. Bu size tanışma için ilk seçenekleri olmamanız olarak döner. Böyle durumlarda kendinizi motive etme, dik duruş ve gözlere yansıyan olumlu bir tebessüm kilit başarı etkenleridir.

İyi Networking Nasıl Yapılır?

İyi Networking yapmak, yani Networker olmak için çevrenizi farklı bir gözle değerlendirmelisiniz. Büyük kurumların hepsinin bir iletişim stratejisi ve varoluş vizyonu vardır. Bireylerin de aynı şekilde olmalıdır. Networking sürecindeki konuşma, görünüş, göz ve vücut diliniz vermek istediğiniz mesaj ve bırakmak istediğiniz etkiye göre her ortama özel planlanmalıdır.

Unutmayın ki bağlantılarınız kadar güçlüsünüz. Bağlantılarınız hayatınızı kolaylaştırır. Daha fazla iş yapmanızı ve daha iyi yerlere gelmenizi sağlar. Peki bu bağlantı nasıl sürdürülebilir? LinkedIn aracığıyla

Harris Interactive’in Amerika Birleşik Devletleri’nde gerçekleştirdiği bir araştırmaya göre herhangi bir iş birliği öncesi tarafların yaklaşık yüzde 42’si birbirlerini Google’dan arıyorlar. Bu oran, işe alım sürecinde (CareerBuilder rakamlarına göre) yüzde 70’e çıkıyor. Özetle, ilk izlenim her geçen gün daha fazla dijitalleşiyor. Bunu yönetebilecek en etkili yer de LinkedIn profiliniz olarak öne çıkıyor.

LinkedIn, hizmetlerini şöyle tanımlıyor: “Sizinle iletişim kuruyor ve üyeler arasında iletişim oluşturuyoruz. Bazı mesajlar için hangi tür ve ne sıklıkla mesajlar alacağınızı kontrol etmeniz için ayarlar sunuyoruz. Hizmetlerimiz, diğer kişilerle bağlantı kurmanıza, iş ve ticari fırsatlar bulmanıza ve bu fırsatlar için bulunmanıza, güncel bilgiye sahip olmanıza, eğitim almanıza ve daha üretken olmanıza yardımcı olur.”

Hadi bir LinkedIn profili oluştur; network’ünü arttır, fırsatları kaçırma, bağlantı kur!

Miray Ulubay

 

business-angel-3410930_1920

Melek Yatırımcılar

Kimdir Bu Melek Yatırımcılar?

Kısaca tanımlamak gerekirse melek yatırımcılar; bir iş fikri olup sermayesi olmayan, başlangıç veya büyüme aşamasında olan girişimlere yatırım yaparak belli bir hisse alıp şirkete ortak olan yatırımcılardır diyebiliriz. Melek yatırımcılar sadece finansman olarak değil, bilgi birikimlerini ortaya koyarak iş modeli geliştirme, fikir, strateji gibi konularda mentorluk sağlayarak destek olur. Girişimlere başlangıçtan yatırım yapmak isterler. Bu yatırımlar risklidir, büyüme potansiyeli yüksek startup’lara yatırım yapıp birkaç yıl içerisinde startup’ı büyütüp hisselerini devrederek sermaye getirisinin birkaç katıyla geri çıkmayı planlar.
İnovasyon ve teknoloji ekosisteminin büyümesine katkısı olan melek yatırımcılık, Dünya’da oldukça yaygındır ve Türkiye’de de artık önemli bir yer edinmektedir. Melek yatırım piyasası Avrupa’da 9,8 milyar Euro’yu; ABD ve Kanada’da ise 26 milyar doları aşmış durumda ve T.C. Cumhurbaşkanlığı Hazine Müsteşarlığı ’da melek yatırımcılık faaliyetlerini teşvik etmek amacıyla Bireysel Katılım Sermayesi hakkında bir yönetmelik çıkarmıştır.
Melek yatırımcılar hem bireysel hem de grupça hareket edebilir. Silikon Vadisi’nde melek yatırımcıların bir arada bulunduğu restoranlar ve networkler bulunmakta ve bu networkler Türkiye, Avrupa, Uzak Doğu’da da yer almaktadır.

Melek Yatırımcı Nasıl Olunur?

Birçok ülkede ‘’Business Angel’’, ‘’Angel Investor’’ gibi isimler kullanılırken ülkemizde ise bir süredir ‘’Melek Yatırımcı’’ olarak kullanılmaya başlanıp yönetmeliğe ‘’Bireysel Katılım Yatırımcısı (BKY)’’ olarak girmiştir. BKY olabilmek için Hazine Müsteşarlığına başvurarak BKY Lisansı almak gereklidir ve bu lisansı alabilmek için bazı şartlar aranmaktadır. Bunlar;

1)Yüksek Gelir veya Servet Kriteri

Ücretli çalışanlar için yıllık ücretlerinin gayrisafi tutarları toplamı olarak ifade edilen yıllık gayrisafi geliri en az 200.000 TL olan
Veya
Müracaat anında sahip oldukları her türlü menkul ve gayrimenkul varlıklarından oluşan kişisel servetin toplam değeri en az 1.000.000 olan yatırımcılar.

2)Tecrübe Kriteri

Bu kriterde finansal güçten ziyade tecrübe yetkinlikleri aranır.
Banka ve finansal kuruluşlarda fon veya portföy yöneticisi olarak ya da banka ve finansal kuruluşlarında müdür veya dengi bir pozisyonda ya da daha üst bir pozisyonda en az iki yıl iş tecrübesine sahip olan
Veya
Lisans alınmadan önce son beş yıl içinde en az iki yıl, yıllık cirosu en az 25.000.000 TL olan bir işletmede genel müdür yardımcısı veya dengi bir pozisyonda ya da daha üst bir pozisyonda çalışan olmak gibi özellikler aranır.

Türkiye’deki aktif melek yatırım ağları:
Önemli startup’ların içinde destek bulduğu bu melek ağları birçok girişimi büyümeye götürmüştür.
-Galata Business Angels
-ŞirketOrtağım
-TRAngels Melek Yatırım Ağı
-İstanbul Startup Angels
-Keiretsu Forum Türkiye
-EGİAD Melekleri
-BUBA Business Angels
-Telos Angels İstanbul
-Bahariye Business Angels
-BIC Angels

Yağmur TAMER

WhatsApp Image 2020-04-22 at 17.59.28

QUARANTİNE TALKS BY SHİFTUP’20: FARUK ECZACIBAŞI

QUARANTİNE TALKS BY SHİFTUP’20: FARUK ECZACIBAŞI

Eczacıbaşı Holding’in önemli isimlerinden Türkiye Bilişim Vakfı başkanı Faruk Eczacıbaşı’yla Corona günlerinde instagram üzerinden bir sohbet yapıldı. ShiftUp ekibinin oluşturduğu çeşitli sorular, ShiftUp koordinatörü Belemir Temur tarafından Faruk Eczacıbaşı’na sorularak keyifli bir sohbet gerçekleştirildi. Sorular ve cevaplarına geçmeden önce Faruk Eczacıbaşı’nın özgeçmişine değinilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

FARUK ECZACIBAŞI KİMDİR?

Berlin Teknik Üniversitesinde yükseköğrenimini tamamlayan Faruk Eczacıbaşı, 1980 yılında Eczacıbaşı Topluluğuna katıldı ve uzun yıllar topluluğun “e-dönüşüm” sürecini yönetti. Halen başkanlığını yürütmekte olduğu, Türkiye’nin bilgi toplumuna dönüşmesi vizyonuyla 1995 yılında kurulan Türkiye Bilişim Vakfı (TBV) aracılığıyla Faruk Eczacıbaşı, çeşitli araştırma raporlarının hazırlanması ve bu konudaki politikaların şekillendirilmesi için çalışmaktadır. 1996 yılında Eczacıbaşı Holding Yönetim Kurulu Başkan Yardımcılığı’nı üstlenen Faruk Eczacıbaşı, halen bu görevi sürdürmektedir. Ayrıca, 1999 yılından bu yana Eczacıbaşı Spor Kulübü Başkanlığı görevini yürütmektedir.2018 yılında yayınlanan “Daha Yeni Başlıyor” isimli kitabıyla teknolojik gelişmelerin getirdiklerini ve götürdüklerini incelemekte, gelecekte dünyayı iyisi ve kötüsüyle nelerin beklediğini tartışmaktadır.
(Kaynak: https://www.eczacibasi.com.tr/tr/Yoneticiler/FarukEczacibasi4)

SORULAR-CEVAPLAR:

1-) Bu süreçte şirketi nasıl idare ediyorsunuz, bu salgına hazır mıydınız?

3 ay önce hiçbir şey bilmiyorduk. Geldiğinde ise bize teğet geçer diye düşünüyorduk. Eczacıbaşı olarak yaygın bir üretim tesisimiz var. Üretim tesislerimizde çalışanlarda salgına çok az kişide rastlanmış olunup, 16 kişiden oluşan bu hastalardan 5’i hastanede, geri kalanı ise bu süreci hafif bir şekilde evde kalarak geçiriyor. Organizasyonel olarak hazırlıklı davrandık. Beyaz yakalılar çalışmalarını evden yönetiyor. Çalışma şeklinde çok bir aksama yok gibi duruyor. Nadiren çalışanlar işe gidiyor. Ben ise senyör insanlardan (65 yaş üstü) olduğum için tamamen evden çalışıyorum.

2-) Corona virüsünün insanlar arasında ve sosyal medya da konuşulduğu gibi küresel bir planın parçası olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce virüs bilerek mi ortaya çıkartıldı?

Bu sorunun kendisine yöneltilmesine çok sevindiğini söyleyen Faruk Eczacıbaşı, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: Ben komplo teorilerini çok yanlış ve tehlikeli buluyorum. İddiaların hiçbirinin kanıtı yok, herkes yaptı denilebilir. Neden bir yerde çıksın da bütün dünyayı etkisi altına alsın. Çok kızdığım bir iddia çünkü dönüp dolaşıp iddiayı çıkaranları da hastalık buluyor. Ulusal sağlık komiteleri bunları çözmekle uğraşırken, bu gibi iddialar negatif enerji saçmaktan öteye geçmiyor, bunlarla uğraşmak yerine ne yapıp edilip bu soruna bir çözüm bulmaya odaklanılmalıdır. Bu iddiaların ayrımcı, ayrıştırıcı, içi boş olmaktan öte bir faydası olmadığını düşünüyorum.

3-) Kitabınızda ‘’ Ara bir dönemde yaşıyoruz: Bugünkü kıdemli kuşakların hayatını şekillendiren eski modeller geçerliliklerini kaybediyor ama yeni modeller de yeni yerlerini henüz almadı.’’ demişsiniz. Sizce Corona’nın bu ara dönemi denk gelmesi nasıl yeni bir döneme sebep olabilir?

Bir paradigma kayması var. Sokağa çıkamayan kuşak endüstri döneminde eğitimini aldı. Post-endüstrinden önceki benim de dahil olduğum kuşak şu an sokağa çıkamıyor. Dünya yaş ortalamasına baktığımız zaman gördüğümüz sonuç :’’ 30 yaş’ ’tır. İnternetin de başlama dönemi yaklaşık 30 yıl öncesine denk gelmektedir. Dünya liderlerinin yaş ortalamasına baktığımız zaman ise ‘’64 yaş’’ ile karşılaşmaktayız. Şimdi ise sizin kuşağınızın networkü, anlayışı, yaşam tarzı, eğitimi bizim kuşağımıza göre çok farklı ama sizi yöneten, size eğitim veren kuşak bizim kuşağımız. Bizim kuşağımızın size yeterince tatmin edici bir yönetim, eğitim sunmadığını düşünüyorum. Demokrasinin iyi bir yönetim sistemi olduğu ama değişen dünyada demokrasinin de yenilenmesi gereken unsurları olduğunu düşünüyorum. Salgın alışkanlarımızı tepeden tırnağa bozdu. Eski alışkanlıklarımıza dönerken dikkatli olmalıyız. Sistemin içine gençlerde girmeli ve mücadele eski kuşak ile genç kuşak arasında olmalı. Çalışma ve sosyal hayata yönelik farklı talepler var. Kendi taleplerimizi içine sokmalıyız. Değişim sürecimizi korona çok hızlandırdı. Aynı masada oturup çalışmamız şart değilmiş bunu anladık.

4-) Gündemdeki küresel korona virüs salgını öncesi ve sonrası dönemler arasında, teknolojik alanda en belirgin farkın ne olacağını tahmin ediyorsunuz?

Birtakım kurumsallaşmaları coğrafya ile ilintili olarak değerlendirmeliyiz. Ben aynı rahatlıkla dünyanın öbür ucundaki biriyle çalışabilirim. Organizasyonlar hiyerarşik yapılardadır. Bence farklı bir organizasyon yapısı ve network yapısı gelecek.

5-) 9-10 Nisan’da İstanbul’da düzenlenecek olan İstanbul Blockchain Week 2020 sanırım süreçten dolayı iptal oldu veya ertelendi. Türkiye’de Blockchain ne kadar yaygın bir kullanıma sahip veya ne kadar biliniyor? Şu anki yaygınlığı ve bilinirliği göz önüne alınırsa gelecekte Blockchain’ in yeri ne olacaktır?

Blockchain çok yeni bir kavram. Kripto paralar bu sistem içinde var olan bir şey sadece. Bitcoin de bunlardan biri. Öyle bir yapı ki senin yaptığın tüm işlemlerin sorumluluğu paranın kendisinin içinde. Verdiğin sözü tutmadan paranı alamazsın. Kripto paralar bunun üzerine kurulu. Blockchain yalnız paralarla alakalı değil, sözleşmelerin yerine de geçiyor. Bu bizim hukuk sistemlerimizi gereksiz hale getiriyor. O yüzden uygulaması zor ama birçok şeyi değiştirecek.

-Blockchain bu süreci nasıl etkileyecek?

Bir takım uygulamalar çıktı ama ne kadar etkilidir söylemek için daha erken olduğunu düşünüyorum. Blockchain’ in farklı alanlara girebileceğini söyleyebilirim.

6-) Oldukça başarılı ve köklü bir aileden geliyorsunuz. Başarı için her şey mubah mıdır? Gençlere bu konuda tavsiyeniz nedir?

Her yol mubah katiyen değildir. Herkesin özgürlüğü yanındaki insanın özgürlüğüyle sınırlıdır. Çok fazla fırsat olması bu durumu tehlikeli kılıyor. Bizim dönemimizden sonraki yani Endüstri sonrası dönemi bir kırılma dönemi olarak görüyorum. Ortaya yeni uygulamalar çıktı. Bu kırılımlardan en önemlisi de ana akım medyaya rakip olan sosyal medya. Sosyal medyanın getirmiş olduğu hiyerarşik medya kırılımı. Alıştığımız görüşlerin yeniden tanımlandığını gösteriyor. Bir kişi konuşur, yüz kişi dinlerdi. Şu an da herkes konuşuyor, herkes sorumsuzca konuşmaya devam ediyor. Başarı için insanların çalışma hayatında, girişimcilik hayatında sahip olması gereken sorumlulukları vardır. Bunlar diğer insanların özgürlüklerini engellememelidir. Etik olduğu sürece mubahtır.

7-) Eczacıbaşı topluluğu olarak Türkçenin doğru kullanımı adına kendi holdinginizde plaza Türkçesi kullananlara 5 TL ceza kesiyorsunuz bildiğimiz kadarıyla. Bu süreç nasıl yürüdü?

Biz bu süreçte çok eğlendik ve zevk aldık. 3-4 sene öncesinde uyguluyorduk bunu, şu an biraz yavaşladı. Bir takım kullanılan İngilizce sözcüklerin gereksiz yere kullanılmasına engel olmak için bunu yaptık. Bunların Türkçesini bulmamız gerektiğini düşünüyorum ancak bazıları ister istemez dilimize giriyor.

8 -) Bir konuşmanızda planlama döneminde yetiştiğinizi ve o zamanlar 5 senelik planlar yaparken 90’lı yılların ortalarından itibaren 3 senelik planlar yaptığınızı söylemiştiniz. Şu anda Dünya çapında görülen salgın 3 yıllık planlarınız da ne gibi değişmelere yol açtı?

Planlamanın tam aksi yönünde esneklik var. “Ne kadar esnek olmayı becerebileceksin?” sorusu şu an daha ön planda. Virüs olmasa bile 3 yıl önceki planlar tutmayacaktı. Değişimler artmıştı ve şartlar hızla değişiyordu. Esneklik süreci, koşula uyum halini ortaya çıkarıyor. Değişimler virüs olmasa da olurdu bu, virüs tepesine tüy dikti. 3 seneki ya da 1 sene önceki planlarımıza göre şu anda da zorlanıyoruz. Uzun dönemli planları değerlendirirken dikkatli olmalıyız. Yani 3 yıl bile çok uzun dönem, koşulların artık nereden değişeceğini bilmiyoruz.

9-) Nasıl yönetici olmalıyız? Tavsiyeleriniz nelerdir?

Ben kimseye yöneticilik dersi verebileceğimi düşünmüyorum ama dinlemeyi iyi bilin, öğrenmeyi iyi bilin. Hala benim için öğrenmek çok önemli bir şey. Yeni şeyler öğrenmek çok önemli bunu kaybetmemek gerekiyor.
Herkes birbirimizden farklı olduğumuzu bilmeli. Yönetici, vizyonu çok iyi tarif edebilmeli ve neyi yapması gerektiğini çok iyi tanımlamalı ama nasıl yapıldığını çalışma arkadaşlarına bırakmalıdır.
Birlikte çalışacağım insanlarda görmek istediğim öğrenme yetisi ve edindiği network benim için önemli bir yere sahip. Bir insanın beynindeki bilgi sadece bana yetmez. O bilgiyi nereden aldığı, networkü benim için çok önemli. Dışarıya açıklık önemli bir etken.

10-) Alman lisesinden mezun olduktan sonra Berlin’e gitmişsiniz. Daha sonra ABD’de çalışma deneyimi kazanmışsınız. Farklı kültürlerin içinde yaşamak size ne kattı? ABD’de bir süre American Hospital Supply Co.’da çalışmış, ardından Eczacıbaşı Topluluğunda etkin görevler almak üzere Türkiye’ye dönmüşsünüz. Çalışma hayatı üzerine tecrübe kazandığınız bu iki ülkenin proje yönetim sürecindeki farklılıklardan bahsedebilir misiniz?

Farklı kültürlere baktığımız zaman temel duyguların aslında aynı olduğunu görüyoruz. Kendi alanlarımıza çok yöneldiğimiz zaman farlı kültürlerden kendimizi ayrıştırıyoruz, ama farklılıklarımız en fazla %15 düzeylerinde. “Her kültür içerisinde çocuklarım yaşayabilmeli.” Ben kendi çocuklarımı yetiştirirken buna çok dikkat ettim. Her kültürün insanı öğrenilmeli.
Artık çoğumuzun İngilizce bildiğini düşünüyorum zaten bu bir şart oldu. İngilizcenin yanında bir dil daha şart bizim için ama bu Almanca, İtalyanca veya Fransızca olmak zorunda değil. Daha farklı kültürlerin dilleri öğrenilebilir. Mesela Arapça, Çince, Rusça olabilir. Bunlar farklı kültürler, bunları bilmek daha faydalı ve bize yetkinlik konusunda katkı sağlıyor.

11-) Girişimcilik Endonezya, Hindistan gibi ülkelerde neden daha yaygın ve gelişmiştir?

Girişimcilik aslında bütün dünyaya yayıldı. ABD öncülüğünde gidiyordu ve uzun süre de lider onlardı ama başka ülkelerde girişimciliği aynı şekilde öğrenmeye başladı. Her yerde başarılı girişimciler var. Bant genişliği ve ilişkiler arttıkça girişimcilik her ülkeye yayılıyor. Hindistan’da bunlardan biri ve 90’lı yıllardan beri çok fazla başarılı girişimci yetiştirdi.

12-) Yapay zeka hakkında ne düşünüyorsunuz? Bu konudaki gelecek öngörünüz nedir?

Yapay zekayı biz çok genel bir alan içerisinde değerlendiriyoruz ama aslında herkes kendi alanı içinde bakmalı. Sonuçta yapay zekacı olmak diye bir şey yok. Yapay zeka benim için verinin doğru değerlendirilmesidir. Marketingde kullanılan yapay zeka ve laboratuvar kullanılan yapay zeka arasında farklar var. Marketing için yapay zeka nasıl bir şey buna bakmalıyız. Yapay zeka herkesin kendi uzmanlık alanında değerlendirilmelidir. Veri değerlendirmenin de önemli meslek olduğunu düşünüyorum. Daha genç bir yaşta olsaydım veri mühendisliği okumak isterdim. Bu geleceğin meslek kolu, yapay zekanın önünü açıyor.

13-) Eczacıbaşı, Türkiye’de voleybol denilince akla gelen tek kulüptü ve nerdeyse bütün kupalara ambargo koymuştu. Türkiye’de bu sektörün büyümesi de Eczacıbaşı sayesinde oldu. Peki, bu sektörün büyümesi Eczacıbaşı’nın rekabet etmesini de zorlaştırdı mı? Çünkü neredeyse her yıl şampiyonluk ipini göğüsleyen Eczacıbaşı’ydı ama son 11 sezonda 5 kez Fenerbahçe, 5 kez de Vakıfbank lig şampiyonu oldu.

2018 yılı Eczacıbaşı Spor Kulübü’nün 50.yıl dönümüydü. O tarihe kadar erkek ve kadın basketbol, erkek ve kadın voleybol ve masa tenisi takımlarıyla yola çıktık. 70’li yıllara kadar neredeyse tek şampiyonduk. Ne kadar çok paran var ise o kadar iyi takım kuruyorsun ama biz bunu Türk oyuncularla yapmaya çalıştık. 90’lı yıllara kadar iddiamızı sürdürdük ancak buna bütçemiz yetmedi. O zamandan beri kadın voleybol takımıyla devam ediyoruz. Bizim için aslında toplumsal sorumluluk projesiydi. Uzun süre şampiyonduk ama Türkiye’de bazı takımlar var ki dünya çapında yarışıyorlar. Şu an Türk takımları oldukça üst bir düzeyde ve bizce bu büyük bir başarı. Toplumsal sorumluluk olarak yapıyorsan arka taraflarını da görebilmeliyiz. Biz şu an da Türkiye’de 3000 genç kız yetiştiriyoruz, bunların hepsi sporcu olmayacak ama savaşabilen ve kendine güvenen genç kadınlar olacak.

14-) 70’ler Rock, Blues ve Caz müzik meraklısı olduğunuz biliniyor. Sizi Audiophile olarak da tanımlayabiliriz. Dünyanın Cazı programında da yer aldınız. Favori sanatçınız ve favori gruplarınızı sorsak ilk aklınıza gelen isimler neler olur?

Klasik müzikte Beethoven, rock müzikte Pink Floyd üzerine tanımam. Özellikle Beethoven’ı herkesin dinlemesini isterim.

15-) İnternet denetimlerine karşı AB ölçütlerinin benimsenmesi yönünde çalışmalarınız olmuş, şu an Türkiye’de internet denetimleri hakkında ne düşünüyorsunuz?

Herkes kendi denetimini yapabilmeli ve tamamen aynı olmasa bile temel prensipler aynı olmalı. Zaman zaman bazı şeyleri çok ciddiye alsakta aslında Türkiye’de bu benimseniyor. Wikipedia ve Youtube uzun bir süre yasaktı ama bu yasağı doğru bulmuyorum. Özellikle Wikipedia’nın tekrarda açılması uzun zaman aldı. Bu şekilde yasak etmek çok yanlış, buradaki yanlış bilgileri düzeltmek senin elinde, sen kendi insanına yasaklayınca dışarıya cevap veremiyorsun.

16-) Türkiye’de e-dönüşüm alanında yapılan birçok faaliyete başarılı bir şekilde öncülük ettiniz, bu konuda önünüze çıkan bir engel oldu mu? Olduysa örnek verebilir misiniz?

Youtube ve Wikipedia yasağı senelerce kaldırılmadı. Bu bir ikilem. %100 özgürlükçü yaklaşımın karşısında %100 kurallara bağlı yasakçı bir tutum var. Faşizme ve ırkçılığa yönelik taviz verilmeyen bir yapı olmalı. Bireysel hak ve özgürlükleri kısıtlayan yapılara da taviz verilmemeli. Denge unsuru olmalı.

Sohbetimizi Faruk Eczacıbaşı’nın karantina günlerinde okuduğu kitap içeriklerini öğrenerek sonlandırdık. Ekonomistlerin politikadaki yerleri, ekonomi ve sosyal kurumlaşma gibi konular hakkında kitaplar okuduğunu belirten Faruk Eczacıbaşı’na bizi deneyimleri ile buluşturduğu, düşüncelerini aktardığı ve evde olduğumuz bu süreçte vaktimizi bizim için verimli hale getirdiği, sıcak ve samimi sohbet için çok teşekkür ederiz.

Erva ÖZCAN
İÜ GK ShiftUp Ekip Üyesi